15 Mayıs 2012 Salı

Altıncı Hastalık

6 Mayısta boğaz turu yapmıştık. O günün akşamı kızım ateşlendi. Biz boğaz havasından mı yoksa güneşten mi diyerek o akşamı ve geceyi başında nöbetle geçirdik. İnsan o mini minnacık bedenin ateşten kaynaklanan halsizliğini gördükçe durup durup sen hasta olacağına ben olsaydım diyor. Pazartesi günü sabahtan soluğu hastanede aldık. Kan tahlili ve idrar tahlili neticesinden bir şey çıkmadı. Doktorumuz altıncı hastalıktan şüphelendiğini 3 gün sonra döküntü olursa tekrar gelmemizi söyledi. Ve biz ateş düşürücü ile yine düştük evin yoluna.
Bu arada o kadar tahlil sonucu beklerken bende göz için muayene oldum. Lasik (lazer) ameliyatına uygun muyum diye. Gayet uygunmuşum. Ve bu perşembe Bayrampaşa Göz Nuru Vakfında ameliyatı olacağım inş. İnceden de tırsmıyor değilim hani..
Neyse biz evin yolunu tutunca iki gün boyunca millete ( buna annem ve babaannemiz dahil) altıncı hastalığı anlatmakla geçti ömrümüz. yok efendim ne biçim hastalıkmış dişmiş bu öyle hastalıkmış mı olurmuş bilmem ne.. Beynimi yediler sağ olsunlar.

 Allahtan döküntüler çarşamba günü çıktıda cümle alem rahatladık. Hiçbir ilacı yok bu hastalığın. Tek yapmanız gereken döküntüler çıkana kadar ateşi düşürmek. Biz hem fitil hemde şurup kullandık. Tabiki duş ve soğuk kompleks yetersiz geldiğinde.. Döküntüler de 2 gün sürüyor ve iki gün sonunda sönüyor. Sanki sıcaktan çıkan isiliği andırıyordu. İlk gün kırmızı iken ikinci gün sadece pütürler kalmıştı daha sonraki günde hepsi geçti çok şükür.

Altıncı hastalıkla ilgili kısa bir bilgi:
Anne babaların altıncı hastalık adıyla tanıdığı Roseola herpes ailesinden bir virüsün yol açtığı döküntülü bir hastalıktır.
Ateş nedeniyle hastaneye götürülen bebeklerde sık görülen bir enfeksiyondur. En sık 6-18 aylar arasında, bazen diş çıkarma ile birlikte görülür.
Önce, bebekte 40 dereceye varabilen bir ateş görülür.( Diş çıkarma tek başına asla bu kadar yüksek ateş yapmaz ) Ateşin bu kadar yüksek olması, anne babayı endişelendirir. Bu endişe oldukça haklıdır, çünkü ateşe hassas bebeklerde ateşli havaleler görülebilir. Ateş düşürücü alınca, bebeğin biraz daha keyifli olduğu görülür. Bu yüksek ateşli dönem, 3-4 gün sürebilir. Bu sırada bebekte yapılan muayenede, tanı koydurucu belirgin bir bulgu saptanmaz.
Ateşli dönemin ardından, aniden ateş kaybolur ve özellikle gövde, boyun ve kollarda soluk kırmızı döküntü ortaya çıkar. İşte artık ateşin nedeni ve hastalığının adı belli olmuştur. Bağışıklık sistemi normal olan çocuklarda, herhangi bir komplikasyona yol açmaz.
kaynak: http://www.sagliklicocuk.com/sc01/crklr/file/cckhstlklr/altinci.asp

Yoğun Günler...

    Misafirlerim var demiştim. Hala da varlar. Cuma günü gidiyorlar. Bende cumartesi baba evine gidiyorum zaten. Şöyle herkesten uzak bi kafa tatili için.Bakalım kafa tatili diye gidip kalan beynimizden de olmayız inş.
Neler oldu ya gelirsek;
 Eşim ve arkadaş çevresi ile boğaz turu yaptık... Çok da güzel geçti temiz hava ve muhabbet içimi açtı.


Babaannemiz buradaydı boş durmasın sıkılır diyerekten:) bolcane istediğimiz patik ve hırka modellerini yığdık önüne;) Oda sağ olsun kırmadı tek tek işledi.

 Baykuşlu şapkamız vardı patikleride ekleyince takım oldu. Baykuşun gözler ve burun bana ait. Zaten eciş bücüşlüğünden belli olur:)

Bu da benim favori kurabiyem fındıklı,damla çikolatalı üstü pudra şeker ve tarçınlı..



27 Nisan 2012 Cuma

Saç Bandı...



Kızım için saç bandı almak nasıl benim için bir zevk ama gel gör ki satılan saç bantları hep aynı.. Özellikle de bebekler için olanları. Bende geçen grogen kurdele almak için gittiğim Eminönü'nde tuhafiyeciler bana metre ile kurdele vermeyince- belki de satanı ben bulamadım- hazır tülden yapılmış güller dikkatimi çekti. Ve bunları alarak aldığım sade bantların üzerine dikince bu güzellikler çıktı..




Nasıllar? Bu arada kızım bir kaç gündür yalnız oynarken durup dururken ağlama krizlerine giriyor ve sürekli yanımda olmamı istiyor dişin huysuzluğu mu nedir anlamadım?

24 Nisan 2012 Salı

Gelen-Giden

Yatılı misafirlerimi savdım. Tabi ki şimdilik.. 
Eğer yakınlarda bir yerde bir akrabanızın düğünü varsa evinizin düğün evinden farkı yok gibi oluyor. Geçen hafta cumartesi günü bende durum aynen öyleydi. Eşimin halasının oğlunun düğünü vardı ve 2 görümcem+ 4 çocuk + kayınvalidem ve torunu bizdelerdi. Üstüne bu kafile cumartesi akşamı bizde yattılar. İstanbul da oturup yine İstanbul da oturan birine yatılı kalma fikrine hala alışamadım gitti. Ben alışamadım ama görümcemler bu konuya beni alıştırmak için habire kalarak durumu normalleştirmeye çalışsalar da hala öyle benim için.. Pazar günü evleri çok uzakta! olduğu için kalan bu kafilenin 2görümce+4 çocuk kısmını evlerine bıraktı. Bizde kayınvalidem ve torunu ile kalakaldık bir hafta boyunca :) . Düğüne bu kafile ile tek arabayla nasıl gidildiğini anlatmama lüzum var mı bilemem. Bildiğin balık istifi gibi doluştuk arabaya. 7 fili arabaya sokamazlar ama biz bu kadar milletle düğüne gittik. 
Hafta boyunca memleketten getirilen 4 yaşındaki torunun anneannesinin kızımı sevmesi sonucu girdiği kıskançlık krizleri, evi dingonun ahıra dönüşmesi, benim küçük beyin yemek hizmetçisi konumuna gelmem, kızımın babaannesinin kucağında ev içinde tur atmaları ve kendi kendine oynayan çocuğun kucak manyağı olma yolunda azimle ilerletilmesi, yay gibi gerilen sinirlerimi akşam kocaya çemkirilerek giderilmesi ve kısmi beyin ütülenmesi, evde koşacak-atlayacak-zıplayacak yer kalmayınca bari dışarı çıkartalım da az rahatlasın diye götürdüğümüz AVM de bindiği her oyuncağa 3-4 kez binip doymayan ve anırırcasına ağlayan çocuğu susturma, Eyüp Camii'ne gidip orada gecenin bi körü teleferik diye tutturan şımarık veledin gönlü olsun diye bebemle arabada rezil rüsva uyuma-emzirme çabaları, az bi yeşil alan görsün diye götürdüğümüz parklarda bebemi de yanında isteyip bizi oraya buraya sürüklemeleri saymazsak dolu dolu geçti işte... 
Geriye zaten sevmezdim seni çocuk iyice kıl oldum tavrı kaldı bende.. Bebeğimi resmen oyuncak yaptı elinde..Tabi arada anne değil de baba özlemi ağır basıp ağlamalara başlayınca babaannesi kızımla oynamasına izin verince bizimkide arada kaynadı. 
İnsan senede bir kaç kere geliyorlar sabır edeyim diyor ama bazen de sabır kalmayıp arada laf sokmadığım olmadı değil..

11 Nisan 2012 Çarşamba

Misafir...

Bu günlerde yatılı misafirlerim yine çoğalmakta.. Yarın annemler geliyor. Sanırım cuma gidecek o. Fakat daha 1 ay burda olan kayınvalidem de cumartesi teşrif edecekler.. Yatılı misafiri seviyorum ama iişin ucunda hergün ne pişireyim derdi insanı çileden çıkarmıyo değil. eğer kısa süreli olursa hiç sorn olmuyor ama uzun süreli olunca evimin düzeni de benim düzenimde duman atmaya başlıyor. Bir an önce hepsini savmak ümidi ve duasıylan diyorum.. Ve yapacağım yemeklere koyuluyorum. Mantar sote ve kuru dolmayı yaptım bile. Sırada tatlım var haşhaşlı kek ve yapılacak bir de ütüm:(..

4 Nisan 2012 Çarşamba

Kısaca..

Dört gün sonra tam 6 aylık oluyoruz. Bu 6 ayı özetlersek..
1. Ay: Hiç uyumaz mısın diyordum sana sürekli.. Dikişlerim yüzünden kalkarken otururken ızdırap içindeyim. İlk ay babaannen tarafından sürekli kucakta taşındın. Her ne kadar ona bunu yapmamasını söylesem de bulduğu ilk zırlamanda hoop kucaktaydın. Birde geçerli sebebi vardı: Sırtın ağrır ve sıkılırmışsın!!! Neyse ki o gittikten sonra bir hafta boyunca seni kucağa gerekmedikçe almayarak kendi kendine vakit geçirmeyi aşılamaya başladım.
Uykuların yine düzensizdi fakat en azında uyuyordun evde zırt pırt çalan telefon sesinden uyanmıyordun..
2. Ay:İlk karma aşını ve rota aşını oldun. Çok ağladın orada bana bakıp ağlaman içimi kopardı resmen. Bu ay artık gece uykuların düzene giriyordu. Gece ile gündüzü ayırt etmeye başlamıştın. İlk ses çıkardığını hatırlıyorum da ne kadar sevinmiştim. Şimdi ise çığlık ve bağırmalarına uyku ile ara verince başımdaki nedensiz ağrının sebebini anlıyorum :).Bu ay ilk defa deden (babam) seni gördü. kucağından indirmedi seni. Tabi anneannen, teyzen ve dayın da.. Onlar öyle severken ben gittikten sonra bir müddet yine bu kucak delisi olma durumunu nasıl düzelteceğimi düşünür olmuştum:)
3.Ay: Su çiçeği oldun. Kuzenin (halanın oğlu) Efe'den aldın mikrobu galiba. Çünkü o suçiçeği çıkardıktan 15 gün sonra sende çıkarmaya başladın. Kuluçka döneminde halana gittiğimizde almışsın sanırım. İlk kulağında çıktı. Ben yara zannedip doktorunu arayıp ne yapmam gerektiğini sorduktan sonra alt değiştirirken bacaklarında da gördüm. Hemen doktora gittik bize bir şurup verdi. Ateşlenme,beslenme bozukluğu, öksürme olursa hemen getirmemizi olmazsa 5 gün sonra tekrar gelmemizi söyledi. İlk 6 ay da su çiçeği genelde bebeklerde çıkmazmış. Ve ilk 3 ayda olursa da tehlikeli olabiliyormuş. Çok korktum. Geceleri sen uyusanda uyuyamadım sürekli ateşini kontrol ettim. Çok şükür fazla sarmadan vücudunu 5 gün içinde çiçekler solamaya başladı. Şurup işe yaramıştı. 
4.Ay:Aşılarının ikinci dozlarını olduk.İlk oyuncaklarını almaya başladık. Uyku arkadaşın saçaklıyla tanışma ayın. Ellerini keşfetmiştin artık. Onları birleştiriyor , yeri geliyor ağzına sokuyordun.Bu arada kendi kendine uyumayı becerebiliyorsun artık. Gündüz uykuların yine düzensiz, gece çok geç yatıyorsun. Fakat 6 saat kesintisiz uyuyabiliyorsun.
5. Ay: Giderek daha bir güzler yüzlü bebek oldun. Her gördüğüne kocaman bir gülümseme hediye ediyorsun. Babanla nazar değecek diye bildiğimiz tüm duaları okuyoruz okuyoruz.. Bu ayki kontrolünde sadece 100 gr almışsın.Bu demir eksiliğinden kaynaklanabilirmiş. Doktor keyfinin ve sağlığının yerinde olduğunu söyledi. Artık ek besine başlıyoruz .
6.Ay:  Daha rahat gezmelere gidiyoruz seninle büyüyorsun. Keşfetmeye bayılıyorsun. Uzanabildiğin her yer artık senin alanın. Yürüme ve emekleme durumunu hayal edemiyorum:). Ek besinde kaşıkla yemeyi reddediyorsun. elimle verdiğimde hiç itiraz etmiyorsun. Babaannenin deyimiyle anne elinin tadını da istiyormuşsun. Meyve püreleri ile aran yok ama sebze püresini seviyorsun. Brokoli,kereviz ve ıspanak şimdiden favorilerin özellikle de brokoli.. Bebelac sütlü ve pirinçli mamayı biberonda yiyorsun. Ama onun da seni şişirmesinden korkup SMA mamaya geçtik. Bakalım bu ay yine aşıların var ve kilo durumun nasıl olacak. Oturduğun yerden ayak parmaklarını emmeye çalışıyorsun. Son bir haftadır ara ara ishalsin ve burnunda akmaya başladı. Sanırım dişler geliyor.

2 Nisan 2012 Pazartesi

Hibisküslü (Mekke Gülü) Ayva Tatlısı

Ayva tatlısı yapmaya karar verip evde gıda boyası bulamamış bir ev hanımın renk verici olarak tamamen doğal bir ürün kullanması sonucu ortaya çıkmış bir tarıftir:)

 Portakal ağacı'ndan ayva tatlısına bakarken gıda boyasız nasıl olur diye düşünüyordum. Aklıma kış çayı yaparken kullandığım hibisküs/mekke gülü geldi. Çaya kırmızı bir renk veriyordu. Ayrıca tv de Ender Saraç bu bitkinin gıda boyası olarak kullanıldığını, evde de hazır boya yerine kullanılabileceğini söylediği aklıma geldi.  Başladım tatlımı yapmaya... 4 adet ayvayı soyup ikiye bölüp yataklarını temizledim. Tencereye dizip üzerine havanda ezdiğim( miktarı şuan aklımda değil ama ben çok koyu olmasın diye iki yemek kaşığı aldım) hibisküsleri sıcak suda eritip ayvaların üzerine döktüm. 2.5 su bardağı şekeri, karanfilleri ve ayva çekirdeklerini de ekledim. Ayvaların yarısına kadar da su koyup pişirdim. Daha sonra kaymak ve fıstık ile süsledim.
Evin gurmesi beyimizden de  tam not aldım:)

1 Nisan 2012 Pazar

DOĞUM SONRASI: EV & LOHUSA HALLERİ

     
 Eve geldiğimizde en azından artık rahat bir ortamdayım diye düşünmüştüm. Bu rahatlığın birkaç gün sonra bana batacağını herhalde tahmin edememiştim...Annem, görümcem kız kardeşim evdeydi..İlk 2 gün gayet kraliçe muamelesi görmek hoşuma gitmeye başlamıştı. Eee daha ne isterdim ki yemeğim odama geliyor, bebek durmadığında herkes el pençe olmaya çalışıyor, benim tek yapmam gereken kızımın ihtiyaçlarına cevap vermekti.. 2. günden sonra eve kayınvalidem de katıldı memleketten gelerek.. Tabi bu arada gelen misafirleri de göz ardı etmemek gerek.. Zaten dikişlerim yüzünden oturup kalkmak işkence gibiydi tam dinlenme faslında zıırt biri geliyordu.. Bir-iki derken artık kabak tadı vermeye başlamıştı.. Hayır anlamadığım neden ilk günler gelme gereği duyarlardı ki?!..Birde tabi annemler de misafiri ağırlamak için çırpınma şekilleri.. 
      Ne yapalım, ne yedirelim.. Baktık olmayacak böyle mevlüt yapmaya karar verdik.Kızımın kolunun sargıdan çıkacağı günün ertesi mevliti yaptık 22 Ekim 2011 .. Mevlitte konu komşu, akraba, tanıdık, tanımadık kim varsa çağıralım dedim anneme bir daha uğraşmayalım dedim. Dedim ama zaten biz o 15-16 gün içinde mevlüde geleceklerin yarısını evde ağırlamıştık. e bir daha ağırladık. Kimsede biz gelmiştik mevlüde gelmeyiz demedi sağ olsun hep bir iştirak söz konusu yurdum insanında.. Mevlüt şekerleri, mevlüt elbisemiz hazırlıklarımız, ikramlarımız hep hazırlandı.. Fakat benden o kurtluluk hali beni de etrafımı da deli etti.. Evimi toplama, ne olacak derdine, yetecek mi derdine düşme... Lohusasın değil mi git yat, yok illa burnumu sokucam.. Zaten evde kabile gibi insan dolu bırak yapsınlar değil mi.. O değil yapınca da bu sefer işlerini gördürme moduna geçenler oldu.. Annem tarafından zorla odama sokulunca anladım neden yatmam gerektiğini..
     Mevlüt kısmı güzeldi. Sadece kızıma halası da mevlüt elbisesi almıştı bende.. İkisini de giydirdim ama görümcelik damarı sanırım biraz ağır basarak neden sadece benimkini giydirmedi gibilerinden ufak çapta surat ve laf sokma krizi yaşadık. Sanırım o dönem Allah tarafından bir sabırla kuşatılmıştım ki o krize bende bir krizle cevap vermedim. 
       Annem mevlitten birgün sonra gitti. Bu arada eve gelen öğrencilerim, mevlite gelemeyenler hala gelmeye devam ediyordu. Eşimin arkadaşları falan da..
      Kayınvalidem 40'ımız çıkana kadar bırakmadı beni.. Görümcem mevlitten sonra gitti. Şimdi düşünüyorum da neden bu kadar kalabalıklardı. İyi hoş da bu kalabalık bende uzun süreli sinir harbi yaratmadı değil.. Aman susayımda gönülleri kırılmasın modum sürekli açıktı. ama yıpranan ben oldum. Kaç kez sinirimden odamda ağladığımı biliyorum. Bu arada bebeğimi emzirirken yediğim sütün az yetmiyor, bu çocuk aç sözleride cabası.. Bir kaç kere ters cevap verme girişimimden sonra artık kendi halime bırakılmıştım. Tek istediğim artık kendi halime ve yalnız bırakılmak istediğimdi.. Ve artık son zamanlar bir iki defa bunu dillendirmiş de olabilirim. Kurban bayramı lohusa dönemime denk gelmişti. Kayınpeder de eklendi kabilemize.. Gerçi Allah var fazla kalmadı bende ama artık bendeki bardakta taşmaya başlamıştı.. Kayınvalidem sağ olsun! 30 günlük bebekle 15 kişilik yemekli misafir ağırlama lütfunda da bulunmuştu bana.
       Son zamanlar artık ağlama krizleri, eşimle tartışmalarım hat safhaya ulaşıyordu.İnternetten baktığımda sanırım depresyona giriyordum yavaş yavaş. Ama çok şükür tam girecekken evim sakinledi sadece kızımla ben kaldım. İşte o zaman kendimi buldum ve sakinleşmeye,bebeğimle vakit geçirdikçe anne olmanın tadına vardım. İkinciyi düşünürsem de sanırım gidip ıssız bir adada doğum yapıp biraz büyütüp öyle gelmeyi düşünüyorum....

         

30 Mart 2012 Cuma

DOĞUM SONRASI

         Doğum 03:30 da olmuştu ama benim masadan ayrılışım 05:30 civarıydı. Doktorum rahmimin iltihaptan pelte şeklinde olduğunu bu yüzden kanamanın çok olduğunu iltihabı temizlemeye çalıştığını söylüyordu. Saate bakıyordum sürekli ne olduğu hiç önemli değildi. Önemli olan kızımdı ve ona biran önce kavuşmak istiyordum. Yapılan dikişleri falan hiç unutmuştum bırakın ne olduğunu kaç dikiş atıldığını bile sormamıştım. Sadece biran önce buradan çıkıp kızıma kavuşmak istiyordum. Odaya geldiğimizde kızımı da getirdiler ve onu kokladım kokladım.. Öyle güzel, öyle pamuktu ki.. Yaşadıklarımın hiç mi hiç önemi kalmamıştı.     
         Bu arada annemde inmiş eşim onu almak için yola çıkmıştı.  Öğlene doğru doktor geldi ve sabah yaptıkları tamponu çıkaracaklarını söyledi. Bu zamana kadar her şey normale dönmüşken 12 gibi bebeği kontrol için alacaklarını söylediler. Ve kızımı alıp gittiler. 1 saat, 2 saat derken biz artık bu durumdan işkillenmeye başladık. Zaten bebek bakım odası benim odamın hemen yanıydı. artık dayanamayıp kapılarına dayandım. Bebeğime ne yapıyorsunuz diye resmen hesap sormaya başladım. Herhalde böyle davranmasam daha da gösterecekleri yoktu. İçeri girdiğimde kızımı soymuşlardı ve sürekli ağlıyordu. Ne olduğunu sordum. Doğumda sol klavikula( köprücük) kemiğinin kırıldığını,röntgen çekildiğini, doktorun da sargıya geleceğini hemşire kız anlatıyordu ama tek hatırladığım dizlerimin bağının çözüldüğü ve oraya yığıldığımdı. Beni sakinleştirmeye çalışıyorlardı benim gözüm bebeğimdeydi.  
      Ağlıyordum ve benim aklımda bir sürü şeyler uçuşuyordu, daha minnacıkken nasıl röntgene girerdi, acaba onlar mı düşürmüştü, gerçekten doğumda mı olmuştu, eğer doğumda olmuşsa neden doktorum o anda bir şey dememişti.. Gerçi doğum esnasında çok karnıma yüklenmişlerdi acaba ondan mıydı? bu tür düşüncelerle savaşırken bebeğim çoktan sargıya alınmış giydirilmiş ve kucağıma verilmişti. Oraya gelen ortopedistte, doktorda bunun hemen iyileşeceğini anlatıyorlardı ama bende dinleyecek kafa kalmamıştı. Hepsini eşime havale edip odama çekildim. Ağlıyordum, çaresizlikten, o minnacık elin sargıdaki halini görüp daha çok ağlıyordum. Bir an önce hastaneyi terk etmek evime gitmek istedim o an, ne gelenler ne de arayanlar hiç gözümde değildi.. O yüzden şimdi çoğu arkadaşımın hastane odasını süslemesi, odasında güzel güzel misafirlerini ağırlaması hem içimde bir ukde olarak kalacak.. Eşim aldığı kapı süsünü bile takamamıştı bebeğimizin durumunu öğrenince.. Her şeyi hallettirip ayrıldık hastaneden.. Sanırım asla ve asla oraya adımımı dahi atmam...
        Sonradan araştırmalarımız sonucu rahimde bebeğin takılı kalması sonucu klavikula yani köprücük kemiği kırılmasının olabileceğini öğrendik. Hatta bebeğimin başındada şişlik vardı sol tarafında. 6. aya kadar geçer dediler ve gerçekten geçti. Kırığa gelince 15 gün sargıda kaldı. Sol kolunu omuz ile sabitlediler ki kemik düzgün kaynasın diye.. Onun o minnacık elinin sargıdan çıkmaya çalışmasını görmek, her kıyafet değiştirmede o sargıyla karşılaşıp kolunu giydirememek içimi acıtıyordu. Ama daha sonra şükrettim ya bir yanı eksik olaydı,çok şükür her şeyi tamdı, belki de Rabbim  bizi bununla imtihan etmişti sadece.. Şükrettim günlerce daha kötüsü olmadığı için ve hala da.. 15 gün sonunda röntgen sonucunda kemik kaynamıştı sargı çıkarıldı. Şimdi de çok şükür hiçbir sıkıntımız kalmadı.
    

DOĞUM HİKAYESİ

          Aslında nereden başlasam nasıl anlatsam diye düşünürken sanırım en baştan almak en mantıklısı.. 37 haftalık hamileydim ve doktor kontrolüne gittiğimizde ilk çatı muayenesinde 3cm açılmam vardı. Fakat hiç sancım yoktu. Doktorum normal doğum yapabileceğimi fakat çatı muayenesinde verdiğim tepkiden ötürü normal doğumu başaramayacağım hakkında bir şeyler söyledi. Ve bizi eve gönderdi. Sancı, nişan gelmesinden bahsetti.. Hastaneden nasıl çıktığımızı hatırladığımda tek bildiğim doktorun tüm güvenimi kırmasıydı. Hastane duvarına oturmuş ağlamaya başlamıştım. Sezaryen olmak istemiyordum ve normal bir şekilde dünyaya gelsin istiyordum kızım.
         Ağlıyordum, kendimi çok çaresiz hissetmiştim. Sanki başaramayacak kızıma sahip olamayacakmışım gibime geliyordu. Doktorumu da çok kızmıştım. Bir daha onu görmek isteyeceğimden bile şüpheliydim. Eve geldiğimizde arkadaşlarımı aradım onlarla konuştukça rahatladım. Çatı muayenesinde sadece benim tepki vermediğimi bunu olabileceğini hem çevremden hemde internetten öğrendim. Biraz daha rahatlamıştım. Fakat işin aslı beni normal doğumdan bu denli uzaklaştıran doktoruma tekrar gitmek istemiyordum. Doktoru değiştirsem mi düşünmeye başladım.Fakat hamileliğim planlı yani ilk bebek istediğimizden beri gittiğim bir doktor olduğu ve bütün her şeyi bildiği için de bir yanım doktor değiştirmek fikrine sıcak bakmıyordu. Bir hafta boyunca gel-gitler yaşadım. Bu arada etraftakilerin "aaa 3 cm açıklıkla sen yarına doğurursun, daha doğurmadın mı?, her an suyun gelebilir.." gibi felaket tellaklıkları sinirlerimi bozmaya yetiyordu. 
          Bir hafta boyunca evden pek çıkmadım sadece eşimle akşamları yürüyüşe çıktım. Annem geleyim diyordu bense istemiyordum. Doktorum 3 cm açıklıkla bazı kişilerin 15-20 gün beklediğini bebeğin durumun iyi olduğunu,bir hafta daha beklememizi söylemişti. Bu gel-gitler içinde gele gide görümcem bize geldi onunla bekledik o bir haftayı. Doktora gidip duruma göre de annemi çağıracaktım. Şehir dışında olduğu için akşam binse sabah buradaydı zaten yanımda olması da pek bir şeyi değiştirmeyecekti önemli olan sonrasıydı. 
          Doktora gideceğimiz gün görümcemle evi neredeyse kırkladık. Hatta sanki gelince kimse bir şey yapamaz gibi bulaşık makinesini bile boşaltıp gittik. Muayenede açılmam 4-4.5 cm olmuştu ama bende hala sancı yoktu. Bu arada bebeğim 38 hafta+3günlüktü. Doktor o gün nöbetçi olduğunu ve doğum için epidural önerdiğini söyledi. Eşimle konuşup karar verdik epidural olacaktım.
          Doğum için hazırlıklar başlandı tabi o arada annemlere, arkadaşlara haber verildi. Önce klasik normal doğum hazırlıkları yapıldı.Sonra epidural ve suni sancı verildi. Epiduralin ne güzel bir şey olduğunu etkisi azalıp sancıları hissetmeye başlayınca anladım. Bu arada doğumhaneye 16:30 da girmiştim. Saat 23:30 du ama hala açılmam olmamıştı 4-4.5 cm de duruyordu. Bende gelene gidene bakıyor zamanın geçmesini ve kavuşmayı bekliyordum. Benden sonra gelip yarım saat içinde doğurup giden kadına imrenip bakarken oradaki ebe bu onun 3. o yüzden gayet normal kendini sıkma dedi.Bu arada ara ara yürüyüşe çıkıp doğumhanenin dışında bekleyen eşimle görüşüyordum.Gece 00:00 gibi keseyi patlatıp suyun gelmesini sağladılar. İşte asıl sancı ondan sonra başladı. Epiduralide 2 doz vermişler 3. yü vermek istemiyorlardı. Doğu esnasında yardımcı olamam diye. Ve 1 saat sonra açıklık 6 cm oldu. Tabi burada her saat başı artmaya devam etti. Fakat bebeğim dönmemişti ve dönmesi için bir takım egzersizler yaptırdılar. Sonradan öğrendiğime göre bu egzersizler galu beladan kalma egzersizlermiş Çok canım yanıyordu ve bir an önce bitsin diye dua ediyordum. Ve saat 03:30 civarı bebeğim dünyaya geldi. Dünyaya gelirken yapılanları yazıpta hatırlamak istemiyorum. Doğunca ilk verdiklerinde kucağıma o kapkara saçlarıyla ağlayan minik cimcimem bütün çekilenleri unutturdu. Boyu 50 cm ve 3.300 gr. dı kilosu. Fakat daha bitmemişti çilemiz..